19 Şubat 2007 Pazartesi

Küçükken bir oyunumuz vardı.Kağıda hayali bir define haritası çizer eski görünmesi içinde buruşturur,orasını burasını yırtar,yakardık.Sonrada bu güzergah boyu birbirinden tehlikeli maceralara atılan bir grup gizem avcısı arkeoloğu oynardık.Bütün macera 10 metrekarelik misafir odasında cereyan ederdi ama hayal dünyamız yeterince genişti.Canavarlarla savaşır,etle beslenen orman sarmaşıklarıyla boğuşur,insan yiyen yerlilerle kapışırdık.Kime ait olduğunu bilmediğimiz ayak izlerini takip eder,başka definecilerin cesetleri ile karşılaşırdık.Ödümüz kopardı,görseniz sizde çok korkardınız.Oyunun en güzel yanı haritayı kolaylıkla okuyabilir,nerede karşınıza ne çıkacak bilebilirdiniz.Hazırlıklarınızıda ona göre yapar,ölmezdiniz.

Çok zaman sonra gördüm ki kaderde kocaman bir harita her ne kadar hayat oyun alanı olmasada.Haritayı okuyabilmek için pusulanızın olması şart.Olmazsa döner durur aynı yere varırsınız,farkedersiniz ki izlediğiniz ayak izleri sizin ayak izleriniz.Benim bir pusulam vardı,onu istemeden kırdım.Tuzbuz oldu.Şimdi ağaçların yosun tutan yüzeylerine bakıyor,karınca yuvalarını eşeliyorum.Kutup yıldızını bulabilmem ise tamamen bir mucize...

7 Şubat 2007 Çarşamba

Bundan onbeş sene evvel dünyayı değiştirebilirim sanırdım.Hayalperest kocaman bir çocukken,şimdi değişen herşeye direnen küçükcük bir adamım.